Son dönemde Orta Doğu'da yaşanan çatışmalar, medya mensuplarının güvenliğini ciddi şekilde tehdit eden bir hale geldi. İsrail'in, gazetecileri hedef almasının ortaya çıkması, uluslararası arenada büyük yankı uyandırdı. Daha önce gerçekleşen olaylarda, birçok gazeteci bu çatışmalarda ciddi yaralanmalar ya da maalesef ki can kayıpları yaşadı. Bu durum, medya özgürlüğü açısından kritik bir sınav haline gelirken, İsrail hükümetinin aldığı kararlar da oldukça tartışmalı bir konuyu gündeme taşıdı.
İsrail hükümeti, gazetecilerin yaşamlarını riske atan saldırıların kasıtlı olarak gerçekleştirildiğini kabul etti. Hükümet yetkilileri, bu tür eylemlerin savaş ortamında kaçınılmaz olduğunu, bunun yanı sıra, gazetecilerin hedef alınmasının yanlış olduğunu da belirttiler. Ancak, yapılan açıklamalar uluslararası toplumda yeterince güven vermedi. Birçok insan hakları kuruluşu, bu durumun derhal durdurulması gerektiğini vurguladı. Gazetecilerin korunması gerektiğine dair yapılan çağrılar, tüm dünyadan yankı buldu. Barışçıl çatışmalara dair yapılan haberler, genellikle gazetecilerin cesurca ruhunu yansıtmaktadır. Ancak, bu cesaret, onlar için ağır bedeller ödemelerine neden olmaktadır.
Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği, İsrail hükümetinin gazetecilere yönelik saldırılarının durdurulması çağrısında bulundu. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, bu durumu "korkunç ve kabul edilemez" olarak nitelendirdi. Ayrıca, gazetecilik mesleğinin korunması için uluslararası normların güçlendirilmesi gerektiğine dikkat çekti. Gazetecilerin, bulundukları bölgeleri haber yapma amacıyla yansıtmalarının yanı sıra, kendilerini koruma hakkına da sahip olduklarını ifade etti. Bunun yanı sıra, birçok uluslararası medya kuruluşu bu vahim durumu kınadı ve gazetecilerin güvenliğine yönelik acil önlemler alınmasını talep etti.
Medyanın, savaş ve çatışma bölgelerinde dahi görevini yerine getirmeye çalıştığı, muhalefet sesi olmaya çalıştığı herkesçe biliniyor. Ancak, bu tür olaylar karşısında medyanın bu tür desteklemeleri sürdürmesi zor görünüyor. Gazeteciler, bilgi akışını sağlamak uğruna büyük bir risk almakta ve çoğu durumda ülkelerin savaş politikalarına ya da yönetimlerinin tutumlarına maruz kalmaktadır. Dolayısıyla, gazetecilere karşı yapılan bu tür saldırılar, basın özgürlüğünün tehdit altına girdiği anlamına gelmektedir.
Sonuç olarak, İsrail'in gazetecileri hedef almasındaki sorumluluğun kabul edilmesi, adalet arayışında bir adım olabilir. Ancak, bu konuda atılacak adımların, gazetecilerin yaşamlarını korumak adına daha kararlı bir yaklaşım gerektirdiği aşikardır. Uluslararası toplumun bu tür eylemlere karşı daha etkin bir denetim mekanizması oluşturması, gelecekte daha fazla gazetecinin hayata tutunmasına ve görevlerini icra etmelerine olanak sağlayacaktır. Medya özgürlüğünün korunması ve gazetecilerin güvenliğinin sağlanması için herkesin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerekmektedir.