Bu dünyada sesini duyurmak isteyenler her zaman vardır. Ancak, bazı sesler, hayatla ölüm arasındaki ince çizgide yankılanır. Sena, Türkiye'nin dört bir yanındaki kadın cinayetleri üzerine düşündürücü bir mesaj paylaşarak farkındalık yaratma çabasına girdi. "Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum," diyor. Peki bu cümle hangi derin acıları ve mücadeleleri barındırıyor? İşte bu yazımızda, Sena’nın hikayesi üzerinden, kadın cinayetleri konusundaki toplumsal durumu ve önemini irdeleyeceğiz.
Bazı kadınlar toplumun gözünde sadece kurban olarak anılmak istemiyor. İşte Sena da onlardan biri. Kadın cinayetleri, ülkemizde gün geçtikçe artan bir toplumsal sorun haline geliyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre, 2022 yılında kadın cinayeti vakaları bir önceki yıla kıyasla %10 artış gösterdi. Bu istatistikler, kadınların sadece cinayete kurban giderek anılmalarının ötesinde, onlara yapılan saygısızlık ve adaletsizlikler konusunda topluma bir çağrıda bulunuyor. Sena'nın sosyal medya hesabından yaptığı paylaşım, işte tam da bu dikkat çekici durumun bir örneği. "Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum," diyerek, sadece bir etiketin değil, aynı zamanda bir insanın kimliğinin, ruhunun ve tarihinin elinden alındığını dile getiriyor.
Özellikle sosyal medyanın etkin birer araç haline gelmesi, kadın cinayetleri üzerine daha fazla konuşulmasına neden oldu. Ancak hala ön yargıların ve kalıplaşmış düşüncelerin izleri silinmedi. Kadınların bir cinayet vakasıyla anılması, sadece onları değil, aynı zamanda toplumu da derinden etkilemektedir. "Kadın cinayeti" terimi, bir kadının yaşamına son verilmesini özetlese de, bu kelimenin ardında yatan gerçekler daha karmaşıktır. Ülkemizde pek çok kadın, erkek şiddetiyle karşı karşıya kalmakta ama toplum, bu durumu kabullenmekte zorlanmaktadır. Bu bağlamda Sena'nın ifadesi, bir dayanışma ve bir direniş sembolü haline geliyor. "Bana bir etiket takma, ben bir kurban değilim," derken, toplumun daha derin yaralarını açığa çıkarıyor. Örneğin, kadın cinayetlerinin ardındaki sebepleri anlamak, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve ataerkil yapının ortaya koyduğu baskıları sorgulamayı gerektirmektedir.
Sena'nın çığlığı, bunu açıkça ortaya koyuyor. Kadın cinayetlerine karşı bir duruş sergilemek, sadece bir bireyin değil, tüm toplumun yükümlülüğüdür. Her birey, bir kadın cinayetiyle anılmayı değil, güçlü bir kadın, bir anne, bir dost, bir iş insanı olarak anılmayı arzulamalıdır. Kadınların hayati hakları için yürütülen mücadelenin, toplumda daha fazla görünür olması gerekmektedir. Eğitimden istihdama, sosyal hizmetlerden yasal düzenlemelere kadar her alanda bir dönüşüm sağlanmadığı sürece, bu tür trajedilerin çaresizliğini yaşamaya devam edeceğiz.
Sena'nın hikayesi, sadece bir bireyin taleplerinden ibaret değildir. Yakın zamanda yapılan araştırmalara göre, kadın cinayeti kurbanlarının hemen hemen tamamı, aslında daha geniş bir yapının parçasıdır. Bu yapıyla yüzleşmek, toplumsal dönüşüm için elzemdir. Sena'nın ifadesine yanıt olarak, tüm bireylerin bu konuda ses vermesi ve mücadele etmesi gerekmektedir. Çünkü cahilliğin, cehaletin ve önyargının sona ermesi için sadece seyirci kalmamak yeterli değil; aktif bir şekilde değişimin parçası olmak zorundayız.
Sonuç olarak, Sena'nın "Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum" sözü, yalnızca bireysel bir talep değil, toplumsal bir uyanıştır. Kadın cinayetlerine karşı durmak, bir ses vermek ve bunu yaygınlaştırmak hepimizin sorumluluğudur. Unutulmamalıdır ki, her sese, her kararlılığa ihtiyaç var. Sena gibi kadınların hikayeleri, aynı zamanda bir umudun ve birlik olmanın da ifadesidir. Kadın cinayetlerinin sona ermesi için, birlikte daha fazlasını yapabiliriz.